Merhaba değerli okurlarımız,
Bu yazımızda, 'Dünya Kız Çocukları Günü' nün önemi çerçevesinde,
bakış açınızı genişleteceğine inandığımız sosyolojik bir kitaptan bahsedeceğiz.
İyi okumalar!
Türkçede on bir kitabı olan Nihan
Kaya, edebiyat, psikoloji ve kurmaca metinler üzerine yazdıklarıyla tanınıyor.
Boğaziçi Üniversitesi-İngiliz Edebiyatı mezunu olan Kaya, Unıversity of
Essex’te Psikanaliz üzerine yüksek lisans, Kings College London’da da
doktorasını tamamladı. 2005’ten bu yana, edebiyat ve psikoloji alanlarında
Avrupa ve Amerika’nın değişik yerlerinde konferanslar ve konuşmalar yaptı. Çatı
Katı kitabı Türkiye Yazarlar Birliği ödülü alan Kaya, halihazırda MEF
Üniversitesi Psikoloji bölümü öğrencilerine Psychoanalysis and Literature I-II
dersleri vermektedir.
Nihan Kaya’nın 2019 yılında çıkardığı son kitabı “İyi Toplum Yoktur” toplumumuzun rutinleri, örfleri, ritüelleri ve inançlarını inceleyen ‘normal’ sandığımız ve öyle karşıladığımız pek çok kültürel ögenin aslında ne kadar anormal olduğunu, yaşam akıp giderken bunların farkına varamayışımızı gözler önüne seren sosyolojik bir eser.
Yazar, toplum gerçekliğini aktarırken olabildiğince anlaşılır olmaya ve sade dil kullanmaya özen göstererek sık karşılaştığımız kavramlar/olaylar üzerinden örnekler veriyor. Ayrıca Clarissa Pinkola Estes, Gilbert Murray, Ghislaine Paris gibi toplumbilimcilerden alıntılar yaparak ve kendi yaşadıklarından da enstantanelerle anlatılanları güçlendirerek kavramamızı kolaylaştırıyor. Nihan Kaya, kitapta Simon de Beauvoir, Miguel de Unamuno, Jean Paul Sartre gibi yazarlardan da cinsiyet eşitsizliği ve kadına yönelik yıpratıcı tutumlar hakkında alıntılar yaparak klasik edebiyatla anlatımını pekiştiriyor. Ayrıca kendi yazmış olduğu ‘İyi Aile Yoktur, Fildişi Kuyu, Kar ve İnci, Gizli Özne’ gibi eserlerine de bolca atıfta bulunarak kendisini daha iyi açıklama fırsatı sunuyor. Kendisi bütün kitaplarının özetinin imkânsız tek bir düşüncenin birbirini tamamlayan bölümleri olduğunu -kurmaca olsun olmasın- her kitabının diğerini açıkladığını söylüyor.
Yazarın kitapta vurguladığı konulardan biri iç ve dış kavramlarıdır. Bir insanın hayatının merkezinin o insanın kendi hayatında olduğunu söyleyen yazar içimize ne kadar dönersek olaylara bakış açımızın o kadar iyi olduğunu hatta dua etmekteki temel amacın aslında-Hz. İbrahim ve Hz. Yunus’un dualarından örnekler vererek- insanın kendisiyle kurduğu iletişimi derinleştirmek ve kuvvetlendirmek olduğunu söylüyor. “İç’teki hislerle dış’tan gelenin uyumu, merkezin iç’te inşası için elzemdir.” sözüyle de yazar psikoterapilerde terapistlerin nasıl ki yönlendirmeden ziyade insanlara sorularının cevaplarının kendilerinin bulmalarını sağlanmasının temel gayesi olması gibi hayatımızda da bu durumun olduğunu bizlere anlatıyor.
Kitap, “Cinsellik, Toplumların Temel Yapı Taşıdır” pasajıyla giriş yapıyor ve anlatılanlar bu konunun etrafında şekilleniyor. Ataerkilliğe ve dayatmalara karşı büyük bir karşı çıkma, pasifize edilmiş insanların haklarını savunma kitabın ana metni sayılabilir. Patriyarkaya karşı alınan bu tutum, yazarın realist perspektifte yaklaşımı sayesinde daha canlı ve dinamik bir tez olarak önümüze sunuluyor. Cinsellik konusundan hemen sonra “sünnet” kavramı ele alınıyor ve bunu yüceltmenin manasızlığı üzerinde duruluyor. Sünnet mefhumundan sonra da “kız isteme” adetinden ve evliliğin cinsel sadakatin ilanından başka bir şey olmadığından bahsediliyor. Ardından, genel anlamda törenlere karşı tutumundan -dini ve milli bayramlar da dahil- gösterişten başka bir şey olmadığından, insanlara eziyet olduğundan dem vuruyor. Ayrıca İngiliz Kraliyet Ailesi’nin törenlerini derinlemesine irdeleyerek bize bu konuda gerçekçi bir örnek sunuyor.
Yazar, kitabın devamında kına geceleri, nikah, düğün gibi etkinliklerde gelin ve damadın obje konumuna düşmelerini, hatta bazı kültürlerde eşlerin birbirlerine isimleriyle hitap etmelerinin bile ayıplanmasını ve her törenin bir kurbanı olduğunu savunarak bu durumlara eleştiri getiriyor. Margaret Atwood’un ‘Damızlık Kızın Öyküsü’ -dizi adıyla The Handmaid’s Tale- eserinde geçen durumun günümüz gerçekliğinin temsili olduğunu söylüyor. Kitabın devamında yemek kültürünün kutsallaştırılması ve bütün sorumluluğun kadınlara yüklenmesi, kadının -sosyal statü ne olursa olsun- evin hizmetçisi konumuna düşmesi, erkeklerin de en ufak bir sorumluluk aldığında büyük takdir görmesi üzerine ağır eleştirilerde bulunuluyor ve bu tutuma karşı çıkılıyor. Kadınların nezaketlerinin onların suistimal edilmelerine ve önü alınamaz derecede kötü olaylar yaşanmasına sebep olduğundan da bahsediliyor ve Cindrella, Pamuk Prenses gibi masallardan kesitlerle de bu örneklendiriliyor.
Daha çok küçük yaşlarda erkek çocuklarına tanınan bu ayrıcalıktan kız çocuklarının nasıl muzdarip olduğu anlatılıyor, kız çocukları ufak yaşlarda bu yükümlülükler altında eziliyor, büyüdüklerinde de yaptıkları davranışların normal olduğu kendilerine kanıksattırılıyor. Cinsiyet eşitsizliğinin yaşamın ilk raddelerinde belirgin hale gelmesi ilerleyen yaşlarda daha vahim şekillerde nüksetmesine sebebiyet veriyor. Kız çocuklarının bu ayrımcılığa maruz kalmasının altında yatan durumlardan biri de kadın kimliğinin erkeklere karşı hizmet etme vazifesi olduğunun öğretilmesi olduğu söylemi sıklıkla geçiyor kitapta. Bu da çocuk yaşta evlilikten, eğitim haklarına ulaşamamaya kadar geniş bir yelpazede pek çok soruna ön ayak oluyor. Yazar kitabın sonunda çocukları konuşmanın onları nesneleştirdiğini ve onlara davranış biçimlerinde bu kadar kompleks davranmamızın onlar üzerinde olumsuz etki bırakacağından bahsediyor.
Kitapta bahsi geçen eşitsizliklerin getirmiş olduğu sorunlara karşı bilinçli olmak ve özellikle kız çocukları için daha sağlıklı bir toplum düzeni oluşturmak bizlerin elinde. Farkındalık yaratmak amacıyla Birleşmiş Milletler tarafından alınan bir kararla 11 Ekim 2012’den itibaren her 11 Ekim “Dünya Kız Çocukları Günü” olarak kutlanıyor. Bütün kız çocuklarının günü kutlu olsun.
BURAK CAN BAYER
0 Yorumlar