Merhaba değerli okurlarımız,
Bu hafta sizler için distopya kavramı ve distopya edebiyatı üzerine bir yazı hazırladık.
Distopya terimini sizlere açıklayarak yazıma başlamak istiyorum.
Distopya nedir?
Distopya, tipik olarak totaliter rejimin hüküm sürdüğü veya kıyamet sonrası bir dünyada geçen, büyük acı ya da adaletsizliğin olduğu hayali bir devlet ya da toplumdur.
Distopya kelimesi, Yunancadan gelmektedir ve ilk defa İngiliz filozof John Stuart Mill tarafından kullanılmıştır. Yunanca’da “dys/dis” ön takısı “kötü” anlamına gelmektedir ve distopya kelimesinin anlamı da “kötü bir yer” olarak ifade edilebilir.
Distopya edebiyatı nedir?
Distopya edebiyatı; karanlık, kabus bir dünyanın tasviriyle toplumlarda var olan sosyal ve politik yapıları keşfetmek için kullanılan kurgusal bir yazı türüdür.
"Hiçbir şeyin beklenmedik olmadığı bir hayat. Ya da uygunsuz. Ya da sıradışı. Rengi, acısı ve geçmişi olmayan bir hayat." Lois Lowry, bu cümleleri "Seçilmiş Kişi" adlı kitabında bahsedilen geleceği tanımlamak için kullanıyor. Kitapta insanlar geçmiş nesiller hakkındaki anılarını ve bilgilerini, doğal duygularının çoğunu ve renkleri görme yeteneğini kaybetmiştir. Kitabın başlarında okuyuculara bu hayat tarzı iyi bir sistem olarak tanımlanmıştır. Bu yüzden distopyaların bazıları için “ütopya görünümlü” olduklarını söyleyebiliriz. Margaret Atwood, Damızlık Kızın Öyküsü adlı kitabında şöyle demiş: "Daha iyi asla herkes için daha iyi anlamına gelmez... Bazıları için her zaman daha kötü anlamına gelir." Sözlerde korkunç bir tanıdıklık var, değil mi?
Gördüğünüz gibi, bu tür eserler içlerinde geçen dünyaların sosyal ve politik taraflarına daha fazla odaklanmıştır. Bu kitapları okurken ya da bu filmleri izlerken fark edersiniz ki, eser zaten günümüzde var olan ve hepimizin farkında olduğu sorunlarına işaret etmektedir. Orwell, 1984 adlı kitabında “En iyi kitaplar […] zaten bildiklerini sana söyleyenlerdir.” demiştir.
Distopya kurguları; bilim kurgu ve fütüristik ögeleriyle izleyenlere veya okuyanlara bir heyecan verirken, aynı zamanda olay örgüsünde geçen politik ve sosyal sıkıntılarla modern dünyadaki sorunları daha iyi görmelerini sağlar. Bir şeyleri sorgulamamızı sağlar. Biz neyiz? Biz kimiz? Ve en önemlisi, şu anda ne yanlış yapıyoruz, bu hataları yapmaya devam edersek gelecekte ne kaybedebiliriz?
Özgürlüğümüzün, sağlığımızın, geleceğimizin garantide olduğunu ve her zaman var olacağını sanıyoruz. Ama gerçekte, gelecek bizim elimizde. Ve bugünümüzde yaptığımız hatalar geleceğimizi şekillendiriyor. David Mitchell, "Bulut Atlası" filminde “Hayatlarımız bizim değil. Geçmiş ve şimdiki başkalarına bağlıyız ve her suç ve her nezaketle geleceğimizi doğuruyoruz.” derken tam da bundan bahsediyor.
Distopik hikayeler bize asla görmeyeceğimizi umduğumuz- yalnızca kitap, film ve dizi şeklinde görebildiğimiz- dünyanın çarpık bir versiyonunu izlemenin heyecanını ve aksiyonunu veriyor, ancak bunu yaparken bizi günümüz gerçeği üzerine düşündürecek noktalara değiniyor.
Türkiye'de insanlar distopik kurguları okumayı seviyor. En çok satan kitaplarda 1984, Cesur Yeni Dünya ve Fahrenheit 451 gibi kitapları görebiliyoruz. Distopya hikayelerini seviyoruz. Çünkü o satırlar bize anlayabileceğimiz kadar yakın; gerçekleşmeyeceğine inanacağımız kazar uzaklar. Ve tüm o sevdiğimiz sayfaların sonunda yüzümüze çarpan gerçekle yüzleşiyoruz : Yaşamadığımızı ve yaşamayacağımızı umduğumuz o hikayelerin gerçeğimiz haline gelme olasılığını kendi cebimizde taşıyoruz. Distopya edebiyatından örnekler vererek yazımı bitirmek istiyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle...
SİMANUR ATEŞ
Distopya Edebiyatından Örnekler:
Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley (1932)
Ay Batarken - John Steinbeck (1942)
1984 - George Orwell (1949)
Android'ler Elektrikli Koyun Düşler mi? - Philip K. Dick (1968)
Balıkçıl Gözü - Ursula K. Le Guin (1978)
Damızlık Kızın Öyküsü - Margaret Atwood (1985)
Seçilmiş Kişi - Lois Lowry (1993)
Bulut Atlası - David Mitchell (2004)
Beni Asla Bırakma - Kazuo Ishiguro (2005)
Genesis - Bernard Beckett (2006)
0 Yorumlar